Dönüş Filmi afişi ile huzur kokan bir sıra dışı film, daha ilk saniyelerinden başlayarak beni koltuğuma yapıştırdı. Gerçi, filmden huzur dolu çıkmayacağım ortadaydı ama en azından sinema adına yenilik arayışlarımın da boşa çıkmayacağına inanmıştım bir kere.
Filmin Yönetmeni: Andrey Zvyagintsev
Yıllardır içimizi daraltan Hollywood filmlerinden sonra, birbiri ardına vizyona giren yerli filmler de pek kesmedi doğrusu. Rus sinemasının yeni isimlerinden Andrey Zvyagintsev‘in ilk uzun metrajlı filmi Dönüş, yeni bir tat arayışı için kulağa hoş geliyordu.
The Return Filmi
Filmin üç ana karakterinden ikisi daha ergenlik çağlarındaki iki kardeş, diğeri ise onların 12 yıldır görmedikleri babaları. Hani 25’ine yeni girmiş biri olarak kendimi ne çocukların yerine koyabildim, ne de vurduğunu deviren gaddar babanın. Arada derede kalmak kadar kötüsü yok. Sanki hep iyiler tek kişi olmak zorundaymış gibi film boyunca, çocuklar mı haklı, yoksa baba mı diye sorgulayıp durdum. Bir yandan olgun tarafım babadan yana tavır alırken, diğer yandan gençlik ateşim ağır basıyordu.
Dönüş Filmi Konusu
Evet, Konstantin Lavronenko’nun canlandırdığı aile babası, sert ve acımasız bir baba portresi çiziyordu ama yine de hep çocuklarının iyiliğini ister gibi bir hali vardı. Keşke, bu portre filmin sonuna kadar kesintisiz sürebilseydi. Ama Ivan’ın arabadan atılıp, yağmurda kaldığı sahnenin hemen ardından oğlunun suçlamalarına karşı babanın yutkunan yüz ifadesi, aslında sanıldığı kadar kötü olmadığının ilk sinyallerini veriyordu. Belki de bu görüntü, muhteşem bir final ümidini de yok etti.
Dönüş Filmi Eleştirisi
Filmin sonunu söyleyecek değilim elbette ki ama şu kadarını bilin: Film 15 dakika kala bitiyor. Muhtemelen son 15 dakikaya sığdırılmaya çalışılan temposuz ve bir o kadar da anlamsız sahneler, film üzerine kafa patlatmamıza vakit kalsın diye eklenmiş. Hadi bunun bir anlamı var da filmde ortaya çıkan küçük kasanın içinde ne olduğuna dair hiçbir bilgi verilmemesinin anlamı neydi? Onu da anlayan varsa beri gelsin. Her halde filmin senaristleri Moiseyenko ve Novototsky yurttaşları Anton Çehov‘un “Eğer bir romanın başında, duvarda asılı bir tüfekten söz ediliyorsa, romanın sonunda o tüfek patlamalıdır.” sözüne hiç kulak asmamışlar.
Herkes, çocuklarının en iyi şekilde yetişmesini ister elbette ki. Ama acaba, bunun yolu onlara her istediklerini sunmaktan mı geçer, yoksa, zoru da göstererek gelecekteki hayatlarında daha güçlü olmalarını sağlamaktan mı? Anneyle, baba sanırım burada ayrılıyor. Ana yüreği çocuklarının zora gelmesini kaldıramıyor, onlara kıyamıyor; babalarsa çocuklarının gelecekte güçlü bir duruşa sahip olmasını daha öncelikli buluyor.
Filmin belki de bizleri merakta bırakan bir kısmı da buydu. Olayları, hep babanın ekseninde izledik. Bakışlarıyla ve duruşuyla çok güçlü bir kadın görüntüsü çizen anne, kocasının yanında niye bu kadar çaresiz kalıyordu? 12 yıllık ayrılığın sebebi neydi? Ve babanın o adada ne işi vardı? Bir yandan bu sorulara cevap ararken, aklıma bir arkadaşımın babası için yazdıkları geldi:
Doksanbirin yazıydı,
Ölüm, kalana ölümdü..
O gün bu gündür,
Kalabalıktan kaçar,
Kavakları seyrederim ben..
Gözüme bakan oldu mu,
Kanatır gözlerini gözlerim..
“Baba” dendi mi sendelerim..