
Türkiye’de çözümlenmesi zamanının gelip çoktan geçtiği problemlerimizden birisi olan “Başörtüsü”,diğer bir ifade ile insanların “kimlik,kişilik ve kılık kıyafetlerini belirleyememe” problemi,her ne zaman gündeme gelse, “hizmet veren-hizmet alan” veya “ başörtüsünün tarafsızlığa mani olduğu” gibi iddialar da gündeme getirilir.
Benzer iddialar,kim tarafından dile getirilirse getirilsin objektif kriterlere veya müşahhas tespitlere göre değil muhalif bir anlayışla dile getirilir.
Şu husus çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır ki,birileri bir tez ortaya atılmakta ve bu tezin doğru olduğunun kabulü de dayatılmaktadır. Bu tezin,ilmi verilere,somut tespitlere yahut çoğunluğun ittifak ettiği bir görüşe uygun olması aranmamaktadır.Bu görüş,laikliği koruma ve kollama adına ortaya atılmış ise zaten bu görüşün eleştirilmesi dahi yapılamaz(!)
Özellikle “çalışma hakkına” ve “eğitim-öğretim özgürlüğüne” ilişkin olumsuz sonuçları olan bu tezleri dikkatle irdelemek gerekir.
Kılık kıyafet özgürlüğü ele alınırken.belirli bir kesimin daha açık bir deyimle “başörtüsü kullanan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının” çalışma alanlarını sınırlama amacı taşıyan “ hizmet alan-hizmet veren” ayrımı önerisi, başörtüsü taşıyan vatandaşların “ yok sayılması” anlamına geldiği gibi, Anayasanın “ herkes dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetine sahiptir”(m/48) “ çalışma herkesin hakkı ve ödevidir”(m/49) şeklinde tanıdığı hakkı ve yüklediği sorumluluğu ortadan kaldırmaktadır. Çalışanların “ hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak,çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemeye elverişli ekonomik ortam hazırlamak için gerekli tedbirleri almak” zorunda olan,özgürlükleri genişletme, özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırma sorumluluğu bulunan devlet ricalinin dahi aynı söylemi dillendirmesi,yasal,geleneksel ve toplumsal hiçbir dayanağı olmayan bu tezlerin, zihinleri bulandırmayı başardığını göstermektedir.
Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının çalışma özgürlüğünün belirlenmesi açısından “hizmet alan- hizmet veren” ayrımını gerektirir ne Anayasa da ne de Devlet Memurları kanunu ne de diğer iş mevzuatında bir kural yoktur.
“Hizmet veren-hizmet alan” tezi, “kamusal alan” dayatması ile yaşıt, 1997-1998 doğumlu bir tanımlamadır. Gücünü kojenktürel gelişmelerden alan,devam ettirilmesi de aynı şartlara bağlı olan bir tezdir.Bu nedenle yasal mesnedi bulunmayan bu tezin toplumsal dayanağı da yoktur.
Bir başka husus, 2001 yılı öncesi devletin hizmet veren kadrolarını oluşturmada ki yerleşik uygulaması da bu tezin temelsiz olduğunu göstermektedir. Her ne kadar Devlet kadrolarındaki başörtüsü kullanan memurelerin tasfiye hareketi 1999 yılında başlasa da 2001 yılına kadar, Okullarda.Vergi Dairelerinde Hastanelerde ve bir çok devlet adına hizmet verilen kurumlarda “başörtülü memurelerin” çalışmış olması “hizmet vreren-alan” ayrımının bulunmadığının açık delilidir. 1999 sonrası “başörtülü” olduğu için memuriyetten çıkartılan yüzlerce memureden en az çalışmış olanı 3 yıl devletin atadığı kurumda hizmet etmiştir.Başörtülü olarak çalıştığı halde emekli olanların yanısıra 20 yıldan buyana memurluk yapan olduğu gibi, çalıştığı kurumda müdür,müdür yardımcısı, şef ve benzeri üst seviye görev ifa eden pek çok başörtüsü kullanan bayan memure bulunmakta idi. Dolayısı ile “başörtülü” olarak kamu kurumunda çalışılamayacağına ilişkin söylem, hukuk devleti ilkelerine değil, totaliter yönetim anlayışına uygun bir söylemdir.Bu konuda yasal bir zemin olarak ileri sürülen Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 7.5.1999 tarihli bir kararının oluşum süreci,hukuk ve özgürlükler adına kaygı verici ve enteresandır.
28 şubat 1997 tarihli Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlardan birisi “ kamu kurum ve kuruluşlarında ve öğretim kurumlarında kılık kıyafet” meselesidir.Çerçeve bir görüş olarak bütün idari ve mülki yöneticilere dikte edilen bu uygulamaya geçirilmesi için brifing furyası başlatılmıştır. 1998 yılında Yüksek Yargı organı hakimlerinin brifingle yönlendirilmeleri sonucu “iş yerinde başörtülü olarak bulunmayı” “ideolojik amaç taşıma” ile aynı gören İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 7 mayıs 1998 tarihli kararı oluşturulmuştur. Kısaca “..uyulması gereken kuralları biliyor olmasına rağmen ideolojik veya siyasi amaçlarla kurumun huzur sükun ve çalışma düzenini bozmanın memuriyetten çıkarmayı gerektirdiği.” anlamına gelen karar,mayıs 1998 sonrası disiplin soruşturmasına uğrayan başörtülü tüm memurelerin soruşturma raporlarına konulmuştur.
Önüne gelen dava dosyalarında tüm evrensel kuralları bir kenara atarak,önyargılı davranmaya zorlayan jakoben anlayış, hızını alamadığı için soruşturma ile görevlendirilen muhakkiklere Danıştay İdari Dava Dairlerinin kararına atıf yapan “ örnek-şablon fezlekeler” dağıtarak raporun buna göre hazırlanmasını istemiştir.
“Beraeti zimmet asıldır” yahut “masumiyet karinesi” olarak tanımlanan kişiler ancak yargı kararı ve somut delillere göre suçlanabileceklerine ilişkin tüm hukuk kuralları ve Türk Yargı sisteminin uygulama gelenekleri yok sayılarak “başörtüsü kullanıyorsa- ideolojik ve siyasi amaçla hareket ediyor kabul edilecektir” talimatı verilmiştir.Şablon fezlekelere göre hazırlanan soruşturmalar sonucu yüzlerce bayan memuriyetten çıkarılmıştır.
Kanuni bir mesnet olmamasına rağmen yargı kararları ile “başörtülü olarak çalıştırmama” uygulamasına zemin hazırlanmaya çalışılmış ise de bu uygulama toplumsal vicdanlarda yer bulamamıştır.Bu nedenle “yavuz hırsız misali” bir yasa dışılığın gizlenmesi amacıyla “hizmet veren-hizmet alan” saçmalığı üretilmiştir.Ne yazık ki bu gün özgürlüklerin önünü açacaklarını söyleyen hükümet erkanı da tehlikeli bir şekilde dayatmacı,totaliter anlayışın tuzağına düşmektedir. Nitekim bu tuzak,”üniversitelerde kıyafet yasağını” kaldırma adına “başörtülü” çalışmak isteyenlerin “hizmet veren” konumunda çalıştırılmamasına razı olmalarını beraberinde getirmektedir.
Diğer bir anlaşılması güç ancak zihinleri bulandıran görüşte “ başörtüsünün tarafsızlığı olumsuz etkileyeceği”dir. Hukuk Devletini önemi kılan, “Hukuk”un egemen olması, “her şeyin kurallar çerçevesinde” belirlenmesi ve uygulanmasıdır.
Yasalarda devlet adına hizmet veren veya üretenlerde “tarafsız olmaları için” şart koşulmuş nitelikler varsa bunların aranması mümkün olup, yasaların öngörmediği bir niteliğin “tarafsızlığa mani olabilir” iddiasıyla gündeme getirilmesi yasadışı ve temelsizdir. “Her Türk vatandaşı kamu hizmetlerine girme hakkını sahiptir.Hizmete alınmada görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilemez” belirlemesinin(Anayasa m/70) aksine “Kamu görevine girebilmek için” “kılık kıyafet” şartı getirmenin öncelikle Anayasaya aykırılık teşkil ettiği şüphesizdir. Bunun dışında bir niteliğin tarafsızlığa yol açtığı iddiası,kişisel olmaktan çıkıp toplumsal bir kesimi suçlama aracına dönüşmektedir. Bu bir nevi suç isnadıdır. Kaldı ki Türkiye Cumhuriyeti tarihinde “başörtülü bir memurenin” tarafsızlığını zedeleyen bir davranış içinde olduğu,başörtülü bulunmayı,birilerinin lehinde veya aleyhinde avantaja dönüştürmek için kullandığı ıspatlanmış bir iddia değildir.Bu güne kadar devletin kayıtlarına intikal etmiş bu yönde her hangi bir olay varsa kamuoyuna açıklanmalıdır.
Bunun aksine “başı açık” görev yapan bayanların özellikle “ başörtülü bayanlara “ karşı tarafsız davranmadıklarına ilişkin vakalara sık rastlanmaktadır. Elbetteki bununla “ devlet adına hizmet veren tüm başı açık bayanların taraflı olduklarını” söylemiyoruz.Nevarki “başı açık” olmanın tarafsızlık için “gerekli ve yeterli” bir özellik olmadığını vurgulamalıyız. Bu yönde devletin kayıtlarına geçmiş bir çok örnek bulunmaktadır.
1999 sonrası, başörtülü olarak çalışan memureler aleyhinde disiplin soruşturmalarıyla birlikte “yasadışı” bir şekilde ve “sindirme-yıldırma” amaçlı olarak “emirlere itaatsizlik” suçlaması ile ceza davaları açılmıştır.Ülke sathında yüzlerce memur aleyhine açılan bu davalar sonucu ceza verilen üç-beş kişiyi geçmemiştir.İşin dikkat çekici yanı bu üç-beş kişiye ceza veren hakimlerin hepsi “başı açık bayan” hakimlerdir. Daha somut bir örnek, Sulh Ceza Mahkemesinde yargılama yapan bir bayan bir erkek iki hakimden, başörtülü memureyi yargılayan erkek hakim “beraat” kararı verirken başı açık bayan hakim “mahkumiyet” kararı vermiştir.(*)Üzüntü veren tarafı ise bayan hakimenin “başörtülü memureyi mahkum etmediği takdirde” soluğunu ülkenin bir ücra köşesinde alabileceği endişesini taşıdığını da itiraf etmesidir.
Netice itibariyle devlet adına hizmet veren bayan veya erkeklerin kılık kıyafetleri,şekilleri-görüntüleri tarafsızlığı etkileyen unsurlar değildir. Başı örtülüler için duyulan endişe(!) başı açık bayanlar için de fazlasıyla mevcuttur.Yaşanmış örnekleri de inanılamayacak kadar çoktur.Nitekim Yargıtay 4.Ceza Dairesinde yargılanan başörtülü bayan sanığa karşı Mahkeme başkanının tarafgir tutumu tüm kamuoyunca müşahede edilmiştir.
Bu ülkede huzur ve barış içinde yaşamanın yolu, tüm insanların hak ve özgürlüklerini kullanmaları, başkalarının haklarına saygı göstermelerinden geçmektedir. Vergi tahsilatı.askerlik gibi devlete karşı yükümlülüklerini yerine getirirken “insan gibi” görülen, ancak iş edinme, çalışma hakkının kullanılması, eğitim hakkının kullanılmasına gelince “yok sayılan” insanlar var oldukça,huzurun olmayacağı kesindir.Başörtülüleri yok sayarak kendi kafalarında meseleyi çözdüğünü zannedenler, kafalarını kumu gömmüş olurlar.
Hizmet veren-hizmet alan safsatası ile ülke insanının bir kısmını yok sayanlar,Türkiye pastasında yetmiş milyon insanın hakkı bulunduğunu kabul etmek zorundadırlar.Bu pastayı paylaşmaya alışmalıdırlar.Çünkü her bir bireyin ülke yönetiminde yer alma ve hizmet veren konumunda olabilme hakkı vardır.
Yargıtay tarafından incelenen kararlar hakkında ilgili kişilerin bilgi sahibi olmasını ve Yargıtay Dosya Sorgulama yapmasını sağlamak üzere Adalet Bakanlığı tarafından internet ortamında vatandaşın online olarak kolayca bilgi almasına ve dosya sorgulamasına olanak sağlamak amacıyla açılan sitede Yargıtay dosya Sorgulama yapabilmek için www.yargitay.gov.tr adresine girmek gerekiyo
(*)Hakimlerin ve Mahkemelerin isimleri tarafımızda mevcuttur.
Av.Hüsnü TUNA